Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının, 103. Yıl dönümünü ve bu münasebetle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık. Ve 14 Mayıs 2023’de Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimleri var.

Bu nedenle, geçtiğimiz yıllarda yerel gazeteler yoluyla okuyucuyla paylaştığım, gerçek bir yaşanmışlığı, Mahatma GANDİ’nin şu sözleriyle aktarmak istiyorum; “Umutsuzluğa düştüğümde tarih boyunca doğruluk ve sevginin her zaman kazandığını hatırlarım. Tiranlar ve katiller olmuştur, hatta bir süre yenilmez sanılmışlardır ancak sonunda her zaman kaybederler, düşün bir her zaman."

Ünlü Anayasa Hukuku hocalarından Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil,  1. Dünya Savaşı sırasında Erzincan cephesinde birliğindeyken, ağır bir hastalığa yakalanır. Arkadaşları onu sırtlarında Erzincan'daki hastaneye götürüler. Bu hikâyeyi kendisi şöyle anlatır;

“Beni yatırıp sımsıkı örttüler. Dört nefer omuzladı. Ali Çavuş, aslan Mehmetçikler, el değiştire değiştire tepeleri indiler. Beni revire getirdiler. Revir, üç katlı ahşapve harap bir binanın üst katında idi. Baba Ali Çavuş beni yukarı çıkarttı. Genişçe bir oda. İçeride, birliklerine iltihak için ayak sürüyen nekahetli beş atlı subay. İddialı dört kollu iskambil oynuyor.

Duvar gibi bir yere portatifi açık. Mevlüt Epeyce sonra Beyim, buranın havası beni sarmadı. Karşıda boş bir oda daha var sobasını yaktım, gel seni oraya götüreyim, dedi.

Odada bizden başka kimse yok. Mevlüt odun, tahta parçası eline ne geçtiyse taşımış. Sobayı yakmış. Bütün gece iliklerime kadar kızındım. Ertesi sabah doktor geldi. Biri, misafir bir Musevi yedek subay, önce o baktı hiç tereddütsüz; inkişaf halinde tipik bir zatürree, dedi. Bunu duyunca gözlerim yaşardı. Tifo, tifüs gibi iki ölümcül hastalıktan sonra, bu üçüncüsü. Bugünkü antibiyotiklerin bilinmediği devirde, zatürree ölümcül hastalıklarından idi.

Doktorlar beni teselliye çalıştılar. Terler, kurtulursun, dediler. Öyle oldu. On iki gün sonra kendime geldim, odada gezinmeye, pencere kenarında oturup dışarıyı seyretmeye başladım. Pencerenin önü Kolordu hayvanlarının yüklenip boşaltıldığı genişçe bir meydan idi. Bir sürü kadın; havadan fırsat bulunca oraya geliyor ve bir şeyler topluyordu. Ne topladıklarını göremiyor, merak ediyordum, çıkmaya başlayınca ilk işim, bunu öğrenmek oldu. Ne göreyim? Topladıkları, hayvan gübrelerindeki erimemiş yem taneleri değil mi?

Kadınlardan birine sordum. Tavuklara mı topluyorsunuz?

Tavuk mu kaldı hey oğul! Onları öğütüp çorba, ekmek yapıyoruz.

Nasıl bir sefalet ve felaket içinde bulunduğumuzu bir defa daha anladım.

İşte, bu memleketin evlatları, cephelerde taşlı bulgur, suya peksimet yerken, gerideki anaları da hayvan tersinden yem taneleri toplayıp yediler. Ve bugünkü Türkiye böyle bir milli fedakârlık ve mahrumiyet üzerine kuruldu.”

Evet, sayın okuyucu; yazımı bu ülkenin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği cümlelerle sonlandırmak istiyorum; “Muhterem milletime tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanlarında ve vicdanlarındaki asli cevheri tahlil etmek dikkatinden, bir an feragat etmesin.”

Bu söz herkesin kulağına küpe olsun…!